27.06.2006

YAVUZ TURGUL SİNEMASINDA DEĞİŞİM TEMASI


Yavuz Turgul Sinemasında “Değişim” Teması

Gökçe İspi

BAŞLARKEN

“Muhsin Bey” uzunca bir süredir en sevdiğim Türk filmleri listesinde en üst sıralarda yer alıyor. Yavuz Turgul sinemasına duyduğum özel ilginin sebebi yalnızca bu bile olabilirdi ama yönetmenin daha sonra izlediğim tüm filmleri de aynı şekilde etkiledi beni... İncelemeyi yapmamın en önemli ve belki de biricik nedeni, yönetmenin sinema anlayışına duyduğum hayranlıktan ileri gelir. Beğenimin “nedenlerini” sorgulamaya başladığımda aslında karşımda kocaman bir “puzzle”ın varolduğu fark ettim. Parçaları takip ettikçe daha da sever oldum Yavuz Turgul filmlerini. Sabırlı bir puzzle birleştiricisi olmasam da, yönetmenin uyguladığı “izleyiciyi etkileme ve hikaye yaratma metotlarının” oldukça etkisinde kalmış iyi bir takipçisi olarak, benim için bu denli özel olan Yavuz Turgul filmlerine olan görevimi yerine getirme zamanı geldi sonunda. Şimdi sizi, gittikçe büyüyen bu resmin tamamını (en azından bir kısmını) ortaya çıkarmaya davet ediyorum, birlikte birkaç parçayı yerine yerleştirmenin zevkini paylaşalım...

“PARÇALAR” BÜTÜNE ULAŞIRKEN...

Yavuz Turgul filmlerine bakarken “bazı noktaları” kafamızda işaretler ve işaretli noktaların izini sürersek, yönetmenin filmlerinde varolduğunu iddia ettiğim puzzle’ın parçalarını daha göze görünür hale getirebiliriz. Parçalar birleştiğinde ve başka filmlerde benzer parçaların varolduğu göz önüne alındığında, ortaya çıkacak olan sonuç çok daha anlamlı bir bütün haline geliyor üstelik. “Parçalardan bütünlere doğru hareket edildiğinde”, Yavuz Turgul’un bize “buldurmaya çalıştığı” anlamın daha iyi kavrayabileceğini düşündüğüm için, yönetmenin görsel dile döktüğü ve adına “tümevarım” diyebileceğimiz bu metodu ben de yazım tarzımda uygulamaya çalışacağım.
Yavuz Turgul sinemasının en önemli parçaları “karakterlerdir” ve onun filmlerindeki birçok “baş kişi”, benzer bir tipolojiğe sahiptir. Yavuz Turgul’un yarattığı karakterlerin ezici çoğunluğu hayli “inatçı” ya da daha doğru bir tanımla “dirençli” tiplerdir. Yönetmenin filmlerindeki dönüm noktaları, karakterlerin “dirençlerinden vazgeçme/vazgeçmeme kararını vermeleri” ile yaratılır. Karakterler her neyi yapmaya ya da yapmamaya “direniyorlar” ise, “dönüm noktalarında” dirençlerinden vazgeçip bir “dönüşüme/değişime” uğrama tehlikesi ile karşılaşırlar. Turgul’un filmlerinin neredeyse tümünde varolan bir başka özellik ise, karakterlerin kendi iç dünyaları hakkında izleyiciye ipucu verecek bir nesne ile özdeşim kurmaları ve “dönüşüm/değişim kararının verilmesi ya da reddedilmesi anının”, öykü içinde “özdeşleştikleri bu nesneden vazgeçmeleri” yolu ile görselleştirilerek izleyiciye sunulmasıdır. Filmlerindeki karakterleri tek tek mercek altına aldığımızda mesele iyiden iyiye kendini açığa vurur. Örneğin “Muhsin Bey”in direnci hayatın yeni değerlerine -uyum sağlamama şeklinde- karşı koymak, yani “değişmemektir”. Muhsin (Şener Şen), “arabesk”e dayalı kültürü reddeder, patolojik bir şekilde geçmişe bağlı (nostaljik) yaşamaktadır. Muhsin’in “gölgesi” gibi davrandığını iddia edebileceğimiz Ali Nazik’in (Uğur Yücel) hayata karşı direnci ise, “şöhrete kavuşmakta ısrar eden tavrıdır”. Bu istekten şartlar onu zorlasa bile vazgeçmez. Muhsin’in sahip olduğu değerlerin temsil nesnesi, evinin penceresinin önünde yetiştirdiği “menekşe”leridir. Muhsin, değerlerini korumak adına uzun süre hayatın getirdiklerine karşı direnir. Fakat bir noktada, yine kendine göre makul bir sebepten, yasadışı bir işe karışır ve hapse girer. Bu sırada menekşelere bakan kimse olmaz ve Muhsin’in yıkılan değerleri “menekşelerin bakımsızlıktan solduğunun gösterilmesi” anı ile izleyiciye sunulur. Fakat Muhsin, Yavuz Turgul sinemasındaki diğer karakterlerin de bize yapacağı türden bir numara yapar izleyiciye. O aslında hiç değişmemiştir. Hapisten çıktığında platonik aşkını bulur ve sahip olduğu değerlere geri döner. Yeniden “menekşe yetiştireceğinden emin olduğumuz” bir adam halini alır.
“Gölge Oyunu”nda, Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) de Muhsin gibi hayata karşı büyük dirençleri vardır. Mahmut, dürüstlüğünden ödün vermeyen, her zaman yardım sever olan “iyi” bir adamdır. Oysa Abidin, son derece üçkağıtçıdır ve söylediği yalanlar yüzünden istenmeyen adam durumundadır. Gölge Oyunu’nda, “Muhsin Bey”deki, “Ali Nazik ve Muhsin” arasında varolandan çok daha gözle görünür şekilde “gölgesi olma” durumunu mevcuttur. Bu karakterler de, diğerleri gibi, kimliklerini oluşturan “ana değerlerden” ödün vermezler. Fakat bu filmde de “Muhsin bey”dekine benzer bir numara yapar Mahmut ve Abidin bize. Filmde Mahmut, kadınlara karşı soğuk tavırları önemli bir meseledir ve Mahmut’u Mahmut yapan önemli bir özellik, hayata ve kadınlara karşı oluşturduğu önemli bir savunma mekanizmasının ürünüdür. Mahmut’un direnci hiçbir kadınla cinsel birliktelik yaşamamaktır. Ancak filmin bir noktasında izleyiciye Mahmut’un aşık olduğu kadın için değişimi göze aldığı gösterilir ve Mahmut ve Kumru birlikte olurlar. Diğer bir yandan Abidin’in de değiştiği hissine kapılırız. Çünkü Abidin senelerdir, kanını vererek hayatını kurtardığını söyleyerek duygu sömürüsü yaptığı Mahmut’a, zamanında hayatını kurtaran kanı kendisinin vermediğini itiraf eder. Fakat film ilerledikçe Abidin tekrar üçkağıtçı tavrına geri döner. Mahmut’tan ayrıldıktan sonra yanına bir partner bulur ama bu adamı kendisine yeni partner yapmasının asıl sebebi, yatıp kalkması gidecek yeri olmaması ve gidecek yeri olmadığı için adamı kullanmasıdır. Bana kalırsa Gölge Oyununun Yavuz Turgul sinemasında özel bir yeri var. Çünkü yönetmen sadece bu filminin sonunda, “karakterlerin değiştiğine dair bir bilgi” verilir bize. Ancak bahsettiğim bilgi film içindeki asıl hikayenin içinde aktarılmaz, yani izleyici değişime şahit olmaz. Değişim haberi, filmin en başından itibaren sıklıkla karşımıza çıkarak karakterler ve olaylar hakkında “ara nağmesi” yapan ve filme çok güzel bir tat katan, saz heyeti tarafından verilir. Böylece bize, Yavuz Turgul sinemasının değişmeyi başarabilen bu nadide karakterlerinin kesin değişim anları gösterilmemiş, olanlar sadece rivayet edilmiştir. “Muhsin bey”deki menekşelerin görevini “Gölge Oyunu”nda bir “fotoğraf” üstlenir. Karakterlerin değişimine sebep olan Kumru’nun bir fotoğraf karesinin içindeki görüntüsü, kadının varolup olmadığının en büyük göstergesidir. Kumrunun varolduğuna inanan Abidin ve Mahmut kadını fotoğrafın içinde görürken, diğerleri görmez. Başka bir bakış açısıyla aslında iddianın şu olduğu söylenebilir: “Kumru varsa karakterler değişmiştir, yoksa değişememişlerdir”.
“Fahriye Abla”nın hayata karşı direnci Mustafa’ya (Tarık Tarcan) olan aşkıdır. Mustafa’nın direnci ise Fahriye’ye (Müjde Ar) olan tutkusudur. Tam bu “ana özelliklerin” değişime uğradığını düşündüğümüz bir anda (Mustafa başka biriyle evlenir ve Fahriye’ nin hayatına yavaş yavaş yeni bir sevgili girmeye başlar) bu karakterlerin, onları oldukları kişi yapan özelliklerinden vazgeçmediklerini, yani aralarındaki aşkın değişmediğini, değişemeyeceğini görürüz. “Fahriye Abla”da da değişim anı bir fotoğrafın başına gelen eylem ile anlatılır. Fahriye, artık ne kadar değiştiğini ve bu değişimin en önemli sonucu olarak Mustafa’yı artık sevmediğini ispatlamak amacıyla göğsünden çıkardığı, Mustafa’ya ait bir fotoğrafı yakmaya kalkar. Fakat Fahriye de, diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi “hayata olan bakışını değiştiremez” ve yanan fotoğrafı kendi elleri ile söndürür. “Yakma” eylemi kuvvetli bir değişim sembolüdür Turgul için. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nin de Haşmet Asilkan (Şener Şen) hayatına son vereceğini düşündüğümüz, hayatının en büyük inadı olan “film çekmekten vazgeçti!” dediğimiz bir anda, yönetmen, telefonla gelen iş teklifi ile intihardan vazgeçer. Haşmet ile özdeşleşmiş “film şeritleri” de yanmaktan son anda kurtulur. (Dolayısı ile kendini bu filmlere sararak yakmaya kalkan yönetmenin hayatı da kurtulur.)
Eşkıya’da Baran’ın (Şener Şen) özdeşleştiği nesne yıldızlardır. Filmde izleyiciye “Bir eşkıya öldüğünde gökyüzünde yıldız kaydığı” söylenir ve ilerleyen zaman içinde izleyiciye Baran’ın ölümü ile gökyüzünde bir yıldızın kaydığı gösterilir. Bu manzarayı gören Keje (Baran’ın aşkı/ İSİM) Baran’ın öldüğünü anlar. Baran’da diğer Yavuz Turgul karakterleri gibi, sahip olduğu değerlere son derece bağlı, değişemez bir karakterdir.
Parçalardan bütünlere doğru ilerleme metodunun Yavuz Turgul sinemasına özel bir kuvvet kattığını daha öncede söylemiştim. Peki neden yönetmen böyle bir metot kullanıyor? Ve metodun senaryonun dramatik yapısı için sağladığı kuvvet nereden geliyor? Bana kalırsa yönetmen bu metotla, hem karakterlerin psikolojik yapısını derinleştiriyor ve izleyicisine bilgi vermiş oluyor hem de bu metodu diğer filmlerinde de uygulayarak bir çeşit zincir oluşturarak “fazladan” bilgi aktarmış oluyor. Örneğin metodu kavramış izleyici, bu ek bilgi sayesinde Yavuz Turgul’un yarattığı karakter nasıl olur bilebiliyor.

“EN GÜZEL KOMŞUMUZ” FAHRİYE ABLA!

Tüm bu filmler arasında Yavuz Turgul karakterlerinin en inatçı karakteri Fahriye’ye tutkunluğu ile tanıdığımız ve Mesut Çakarlı’nın canlandırdığı komşu çocuktan bahsetmemek olmaz. Bu küçük çocuk, başına ne gelirse gelsin, bir tek an bile Fahriye’den vazgeçmeyi aklından bile geçirmeyerek “ değişimi aklından bile geçirmeyen” tek karakter olarak Yavuz Turgul sinemasındaki özel bir koltuğa oturur. Diğer karakterlerin izleyiciye yaptığı “değişim numarası”nı yapmayan bu karakter her türlü zorluğa rağmen, hep Fahriye’nin yanında olur. “Tamam artık Fahriye’yi hayatta bulamaz!” dediğimiz bir çok noktada Fahriye’yi eliyle koymuş gibi bulur. Hatta Fahriye’nin “Sen beni nasıl buldun bakim buralarda?” sorusuna net bir yanıt bile vermez. Onun inadı ilahi bir güçmüşçesine karşılığını bulur. Zaten Fahriye Mustafa’ya olan tutkulu aşkı ile filmin merkezinde olsa da, film için asıl önemli olan Fahriye’nin filmdeki tüm olayları gözünden izlediğimiz çocuğun “Fahriye Abla”sı olmasıdır, “Mustafa’nın Fahriyesi” olması değil...
Aslında komşuluk kavramı bile başlı başına bir “parça”dır Yavuz Turgul sinemasında. Ve bütüne ulaşabilmek için için önemli olan uygun başka parçalarla birleşip bir bütün oluşturmaktır. Fahriye abla en güzel komşumuzdur, Muhsin ile platonik aşkı Sevda arasında da bir komşuluk ilişkisi vardır. Baran yerleştiği otel(!) de bir sürü komşu edinir ve onların dertlerini paylaşır. Gölge Oyunu’nunda “ev sahibi” kiracısı olan Abidin ile Mahmut’a olan iyi davranışları ile tanıtılır. Burada ev sahibi “iyi bir komşudur”. Aşk filmlerinin Unutulmaz yönetmeninde evini film çekimi için kiralayan ev sahibesi de filmdeki diğer karakterler tarafından takdir edilir.
Komşular ile kahramanlarımız arasında genelde hayata “bakış açısı” farklıdır. Ama içten içe istenen, komşularla bütünleşip bir bütünün parçası olmaktır. Asıl dertleri, yalnızlık olan karakterlerimiz, böylece büyük bir ailenin bireyi olup bu teklik hissinden kurtulurlar.

“PARÇALAR” VE “TEKABÜLLER” ÜZERİNE...

Parçalar neleri temsil ediyor peki? Aslında parçalara/nesnelere olan bağlılık, Yavuz Turgul karakterleri için geçmişe olan “aşırı” bağımlılığın bir göstergesi. Geçmişlerine patolojik derece de sadık olan karakterlerin bu bağımlılıkları hayatta büyük bir ilerleme, atılım yapamamalarına, kaderlerinden sıyrılıp yeni ve mutlu bir hayata başlayamamalarına sebep oluyor. Filmleri tekrar tekrar hatırlamakta yarar var bu noktada. Fahriye patolojik şekilde bağlıdır Mustafa’ya ve ondan bir türlü vazgeçemez. Yeni bir ilişkiye başlayıp mutlu olmaya çok yaklaştığı bir anda, Mustafa’ya olan melankolisi peşini bırakmaz ve bu ilişkisi yürümez. Mustafa’nın da Fahriye’nin sahip olduğu türden bir melankolik tavrı vardır. Karısı ile ilişkisi yürümez. Mustafa’nın karısının inadı da görülmeye değerdir, şöhret olmak onun için büyük bir inattır ama gerçekleştirmeye çalışırken bir hayat kadını haline gelir. Mustafa Fahriye’yi unutamaz. Halbuki hem Fahriye hem Mustafa, hayatlarını “melankoliden” bağımsız yaşamaya karar verseler muhtemelen daha mutlu bir hayata sahip olacaklardır. Aynı şekilde Muhsin Bey’de “melankolik” bir adamdır. Platonik aşkını bırakıp artık yeni bir hayat kurmaya karar veremez. Kendisini aldatan Ali Nazik’in metresi haline gelen aşkını içine düştüğü berbat hayattan kurtarır Muhsin. Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni Haşim, hiçbir zaman yönetmen kimliğinden vazgeçmez ve geçmiş hayatına sonsuz bir özlem duyarak, eski günlere yeniden dönmeye çalışır. Gölge Oyununun Abidin’i eski koluna dövmesini yaptırdığı eski sevgilisine büyük bir özlem duyar. Geçmişteki sevgili, şimdiki bütün kadınlardan daha iyidir. Belki de karşısına çıkan bütün kadınlarla sadece “yatmayı” düşünmesi, “o” sevgiliden vazgeçmeyi “düşünemez” olmasından ileri gelir. Aynı şekilde Mahmut da geçmişe takılıp kalmış bir adamdır. İlk gençlik yıllarında yaşadığı kötü bir cinsel deneyim yüzünden kadınlara bir türlü yaklaşamaz. Fakat bir gün karşına çıkan yarı gerçek yarı hayal bir kadın olan Kumru ile bir deneyim yaşar ancak bu deneyimin varlığı ve yokluğu da Kumru’nun varlığı gibi sorgulanabilir türdedir. Bu deneyimden sonra Kumru ortadan kaybolur ve saz heyetinin bize söylediklerinden, Mahmut’un Kumru’dan sonraki hayatında birden bire kadınlara karşı son derece atılgan bir adam olup çıktığını öğreniriz. Rivayetin sonucuna göre o da aynı Abidin gibi, “asıl” sevgiliyi geçmişte bırakmıştır ve bundan sonraki kadınlar ancak ve ancak cinsellik için olabilirler. Aşk için değil... Eşkıya’nın Baran’ın da da benzer bir kara sevda öyküsü vardır. Baran’ın Keje’ye olan tutkusu çok açıktır. Fakat Baran, Mahmut ve Abidin’in aksine gerçek aşk olmadan biri ile sevişmeyi reddeder ve pavyonda belalısının elinden kurtardığı hayat kadınının, yapılan iyiliğe karşılık verme amaçlı “bedava aşk” önerisine “hayır” der.
Yavuz Turgul’un karakterlerinin mutsuzluklarının en büyük sebebi, aşklarından vazgeçmeleri gerektiğinde sevgililerini geride bırakıp, kalplerinde onları birer “ölü” haline getirebilmeyi başaramamalarıdır. Kolay “veda” edemezler ve bu “vedasızlık” durumu “aşkların hayallerinin” hep peşlerinden gelmelerine sebep olur. Oysa mutluluğun yolu onları “usulüne uygun gömmekten” geçerken, onlar için bu “ hayaletlerle” dolaşmak daha mutluluk vericidir. “Geçmişe takılıp kalmak” çözülmez bir sorun olarak hep bir kenarda durur.
“Geçmişe takılmak” sorgulanması gereken bir durumdur. Mesleği oyunculuk olan ama emeklilik günlerini yaşayan karakterlere Turgul’un büyük bir zaafı vardır. Gölge Oyunu’nda Muhsin Bey’de, Eşkıya’da, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeninde rastlarız bu tip karakterlere. Ayrıca Fahriye Abla’nın Mustafa’sının karısı “artist” olmak için Mustafa’yı terk eder. Geçmişte kalan, bir türlü hatırlanmayan oyuncular Türk Sineması’nda bir nevi içgörü oluşturup kendi kendiyle hesaplaşmaya çalışır.


NİHAYETİNDE...
Sinemada anlam yaratmak amacı ile görsel ya da işitsel bir çok metot kullanılır. Yavuz Turgul bu çerçeve içinde, kullandığı metottaki istisnai başarısı ile benim için oldukça özel bir yere sahip olduğundan araştırma konusu olarak onun sinemasını ele almaya kalkıştım ve beni neden bu kadar etkilediğini düşünerek çıktım yola. İşte böylesine kişisel bir sebep yüzünden başladığım ufak araştırmam bazı şeyleri daha bir göz önüne çıkarmayı başarmışsa, kendimi hedefine ulaşmış biri kabul edebilirim. Umarım Turgul’un devasa puzzle’ının “parçalarını birleşip bir bütüne ulaştıkça” daha bir güzelleşen bu resime bakmaktan sizde benim kadar memnunsunuzdur...

"Türk Sinemasında Yeni Yönelimler" adlı kitapta yayınlanmıştır
....