27.06.2006

ALMODOVAR'IN PARALELLİKLER SİNEMASI

Almodovar’ın “Paralellikler Sineması”

Pedro Almodovar, filmlerindeki karakterlerinin hayatlarında benzer olaylar ve sorunlar yaratarak “paralel durumlar” oluşturmayı seven, bu olay örgüsü sırasında karakterleri ve hatta başka filmleri arasında kurduğu bağlarla derdini anlatmayı seçen bir yönetmen. Bu “paralellikler” kimi zaman; “karakterlerin tipolojilerinde yer alan baskın özelliklerinden (örneğin ev kadınları, sanatçılar, rahibeler ve aşıklar arasında varolan bağımlılık, pasif ya da aktif olabilen aşırı uçta bulunma durumu vb), kimi zaman filmlerde öne çıkan renklerden ya da Hollywood’a yapılan göndermelerden geçerken, kimi zamansa bir filminde yer alan herhangi bir hikayenin bir başka film içinde yepyeni bir öyküye dönüşebilme özelliğinden geçiyor. “Annem Hakkında Her Şey” de (Todo sobre mi madre, 1999) bir tiyatro perdesinin kapanmasıyla sona eren paralellik, yönetmenin ülkemizde en son gösterime giren filmi “Konuş Onunla”da (Hable con enla, 2002) aynı perdenin karanlık bir sahnede açılmasıyla başlıyor. Kaza sonucunda bitkisel hayata giren Alica’ya aşık hasta bakıcı Benigno ile, bir boğa güreşini kaybederek bitkisel hayata giren matador Lydia’ya aşık Marco’nun kesişen hikayesinin anlatıldığı filmde yönetmen, geçmişlerinde benzer olaylar yaşanmasalar da, bir şekilde aynı sonuca ulaşarak komaya girmiş sevgililerine “erkek bakışı” yöneltmiş iki adamın durumunu ön plana çıkarıyor. Yönetmen, aynı zamanda “kadınların bu bakış karşısında aldığı yeni form” üzerinde duruyor, fakat bunu alışık olduğumuz baskın ironik tarzını ortaya çıkarmaktan ziyade, daha farklı bir dille ele alıyor. (Elbette ki ironiyi kullanarak, ama daha çok önem verdiği şeylerin olduğunu göstermeyi de ihmal etmeyerek). Kadınların “erkek bakışı” karşısında aldıkları formun ne kadar önemli olabildiğini, sevdiği kadına normal vücut fonksiyonlarını yerine getirebiliyormuş davranan Benigni’nin tutumu karşısında Alicia’nın hayata dönmesinden görülebileceği gibi, sevgilisinin ölümünü kabullenmiş bir tutum sergilemeye başlayan Marco’nun matador sevgilisi Lydia’nın ölmesinden de görülebiliyor. Bu da “kadının” hayatta varolan gündelik durumlar karşısında aldığı formun yanı sıra, erkek bakışının kadını nasıl şekillenebileceğine dair çok şey söylüyor. “Konuş Onunla”nın 2002 yılında yayımlanan basın bülteninde yer alan ve yönetmenin “kendi kendiyle yaptığı röportajın” bir bölümünde, Almodovar, yarattığı karakterlerin sahip olduğu cinsiyetin filmin türü üzerinde ne denli etkili olduğunu şu şekilde açıklıyor:
... “Cevap:Yazar olarak genelde, sanırım, kadınlar bana komedi hikayeleri yazma, erkeklerse trajediler yazma ilhamı veriyorlar.
Soru: Neden artık komedi türünde filmler yapmıyorsunuz?
Cevap: Gelen senaryolar hep çok kolaya kaçmış görünüyorlar. Ama sanırım kendimi zorlayacağım.
Soru: Kendinizi, bir senaryoyu zorlayabilir misiniz? Onu bir senaryo yapan şeyleri?
Cevap: Hayır. Ya da şöyle söyleyeyim, yapmamalısınız. Tabi belgeseller ve biyografik filmler dışında.
Soru: Konuş Onunla’ nın türü ne?
Cevap. Bilmiyorum. Tek bildiğim bir Western veya CIA ajanlarıyla ilgili bir film değil. Ayrıca, bir James Bond filmi ya da tarihsel bir film de değil.” …. (Basın Bülteni, Sayfa 3)

Hastanede ölmüş olduğunu zannettiğimiz oğlu için üzülmekte olan ve oğlunun organlarını bağışlaması için ikna edilmeye çalışılan bir kadın ile başlayan “Sırrımın Çiçeği”nde (La lor de mi secreto, 1995) adlı filmde biraz daha ilerlediğimizde, izlediğimiz durumun videoya alınan başka bir filmin parçası, kurmaca bir öykü olduğunu anlıyoruz. Bu hikaye bir “film olmanın” dışında, dört yıl sonra “Annem Hakkında Her Şey”de karşımıza çıkacak olan bir başka hikaye ile de paralel bir durumda olması açısından da önemli. Videoya alınan bu görüntülerin hemen akabinde, bir başka kadının (Leo) daktilo başında yazdığı şu satırlara şahit oluyoruz: “Senin bana aldığın ayakkabıları giyiyorum. Fakat onları bir türlü çıkaramıyorum...” Daha sonra bir yere gitmekteyken gördüğümüz Leo’nun yanına birinin geldiğini ve para istediğini görüyoruz. Leo bir tek şartla para verebileceğini, ayakkabılarını çıkaramadığını ve eğer o çıkarmayı başarırsa ancak bu şekilde para verebileceğini söylüyor. Fakat adam başarılı olamıyor. Yoluna bu ayakkabılarla devam eden Leo, en baştaki videoyu kaydedenlerden biri olarak gördüğümüz bayan psikiyatristi ziyaret ediyor. Psikiyatrist, biraz zorlansa da, Leo’nun “çıkmayan ayakkabı” sorununa derman oluyor. Burada bizim için önemli olan, bu küçük meselenin filmin hikayesi içinde, tüm olaylar ortaya çıktıktan sonra çözülebilecek bir metafor olmasındır. Çünkü film ilerledikçe, Leo’nun, aşık olduğu kocasına duyduğu “bağımlılıktan” bir türlü kurtulamadığını, kocası Paco’nun o an karşımızda duran psikiyatrist ile bir ilişki yaşadığını ve bunu Leo’ya bir türlü söyleyemediklerini öğreniyoruz. Filmin sonlarına doğru psikiyatrist, Leo’ya gerçekleri anlatarak, Leo ile kocası arasında zaten bitmiş olan ama bağımlılıklar yüzünden bir türlü sonlandırılamayan bu ilişkiye bir nokta konulmasını sağlıyor. Bu noktada psikiyatrist “ayaktan bir türlü çıkmayan ayakkabılar” gibi, “ilgi göstermeyen koca” kavramından, kendi menfaati için bile olsa, Leo’yu kurtarmış oluyor. İzleyicisine bu tip oyunlar oynamaktan hoşlanan Almodovar, benzer bir oyunu “Matador”da (1986), da oynuyor. Maria ve Diago sinemada rastladıkları “Duel In The Sun”daki bir aşk sahnesi izliyorlar. Burada yaralı bir kadın, kendilerine zarar vermiş bir adamı vuruyor ve yaralı olan sevgilisinin yanına yerde sürüklenerek ulaşıyor. İki sevgili hayatta geçirdikleri son anı öpüşerek değerlendiriyor ve birlikte ölüyorlar. Burada izlediğimiz film, “Matador”un sonunda Diago ve Maria’nın yaşayacaklarının özetiymiş gibi. Filmin en başında Maria’nın, seviştiği bir adamı saçından çıkardığı sol anahtarı şeklindeki saç firketesiyle öldürdüğünü göstermiş olan yönetmen, burada sinema sahnesindekileri izleyen Maria’nın “memnuniyeti netlikle okunabilen” yüz ifadesine dikkat çekiyor. Maria, izlediği bu filmdeki, “bir erkek öldürmüş olan kadın” figürü ile kendini özdeşleştirerek, bu işi kendi yapmışçasına haz duyuyor. Almodovar bu noktada “izleme” konumunda olan bizi de sorguluyor. Yönetmen filmlerinde varolan bu “kolay olmayan” anlatım tarzı için, yukarıda bahsedilen aynı röportajda şunları söylüyor:
...“Cevap: Bu sadece kolay olmayan bir anlatım çeşidi. Bu yüzden sonuçla bu kadar gurur duyuyorum.
Soru: Zaten bu karakterlerinizin kendilerini başka bir filmle ifade ettikleri ilk filminiz değil. Mesela Tacones Lejanos...
Cevap: Evet. Victoria Abril annesine Autumn Sonata’dan bir sahneyi , Marisa Paredes’i, bağırarak ona duyduğu nefret ve sevgiyi ifade eder. Öyle güçlü bir nefret ve sevgidir ki onu öldürmeye kadar götürür. Matador’da kahraman kaçarak sinemaya girer. Sinemada Duel In The Sun oynamaktadır ve beyazperdede kendi sonlarının da ne olacağını görürler. Carne Trémula’da Liberto Rabal ve Francesca Neri kavga ederken televizyonda Buñuel’in Rehearsal For A Crime (The Criminal Life of Archibaldo de la Cruz). Buñuel’in filmi bu bölüm için en uygun adı verir: Carne... Ayrıca filmdeki iki olay daha sonra benim filmimin içinde de görünür. Bacağı olmayan bir adam ve yanan bir kadın. Benim için izlediğim her film bir hayat deneyimidir ve onları bu yönde kullanırım. Yönetmenlerine hakaret eder gibi onları taklit etmenin bana göre hiçbir anlamı yok. Onlar senaryomun içine eklenen ve bir parçası olan bölümlerdir. “Anlatan filmler” benim biyografimle ilgili bir şey. Bir film forumundan veya tipik bir sinema tartışmasından bahsetmiyorum(onlardan nefret ederim)” ....

Almodovar’ın filmlerinde kullanmaktan hoşnut olduğu bazı “paralel konuların” ya da bu “konularla ile ilintili eşyaların” varlığı da dikkati çekiyor. Bir çok filminde karşımıza çıkan bir tema olan “boğa güreşi / corredo” (“Matador”da Maria ve Diego’nun boğa güreşi ile olan ilişkileri önemlidir, “Yüksek Topuklar”da gazetede boğa güreşi ile ilgili bir haber görürüz, “Konuş Onunla”da Lydia matadordur, Kötü Alışkanlıklar”da (Entre Tinieblas, 1983) resim yapan Yolanda’nın arkasındaki duvarda bir boğa güreşinin posteri asılıdır) yönetmenin filmlerindeki karakterlerin arasında varolan iktidar dengelerine dair çok şey söylüyor. Almodovar sinemasında vurgulanan diğer bir konu “ayakkabılardır”. Leo’nun çıkmayan ayakkabılarının vurgulanışı gibi, “Yüksek Topuklar”da Rebeca’nın annesine olan bakışındaki “yüceltmeyi” vurgulayan yüksek ökçeli ayakkabılar ve “Matador”un giriş sahnesinde kendini şiddet içerikli görüntülere bakarak tatmin eden Diego’nun televizyonun yanında çerçeveye alınarak vurgulanan “ayakkabıları” yönetmenin karakterlere yüklediği bazı anlamları açığa çıkarmak adına önemli bir hal alıyor.
Hemen her filminde “televizyonu” öykünün geçtiği çerçeveye almanın yarattığı “Bir film izlemektesiniz!” duygusunu kullanmaktan hoşlanan Almodovar, aynı duyguyu yaratmak için bir başka metot olarak Hollywood’a aşikar göndermelerde bulunuyor. Yönetmen, “Sırrımın Çiçeği”nde “Casablanca”ya , “Bunu Hak Edecek Ne Yaptım?” da (Qué he hecho yo para merecer esto?, 1984) Grace Kelly’ye ,“Kötü Alışkanlıklar”da “My Fair Lady”e, “Annem Hakkında Her Şey”de “All About Eva”e, “Pepi, Luci, Bom ve Diğer Kızlar”da (Pepi, Luci, Bom y Otras Chicas del Montón, 1980) “Supermen”e, “Matador”da “Duel In The Sun”a atıfta bulunarak ya da zaman zaman izlediğimiz bir olayın biraz sonra dikkatimizi vereceğimiz asıl olayın cereyan edeceği mekanda yer alan televizyondaki kurmaca öykülerden biri olduğunu göstererek bir film izlemekte olduğumuzu hatırlatmaktan zevk alıyor. Yönetmen, “All About Eva” ve “Annem Hakkında Her Şey” arasındaki ilişkiyi “Matador”daki “Duel In The Sun” örneğine benzer bir şekilde kullanıyor. “All About Eva”, “Annem Hakkında Her Şey”de birazdan olacaklara delalet oluyor. “All About Eva”in izlediğimiz bu sahnesinde, sanatçının kendisinden imza isteyen hayranına küçümseyen (hatta aşağılayan) bir tavırla yaklaştığını görüyoruz ve film ilerledikçe, Manuela’nın oğlu Esteban’ın, Huma Rojo’dan imza istemesi esnasında bir araba kazası sonucu ölümüne şahit oluyoruz..
Yönetmenin anlam ve stil yaratmada kullanmaktan hoşlandığı diğer bir metot ise renklerin kullanımında ortaya çıkıyor. Filmlerinde, özellikle “kırmızının kullanımı” dikkati çekerken, yönetmenin bu rengi tamamlaması için kullandığı bir diğer önemli renk ise mavi oluyor. Filmlerinde özellikle kilit noktalarda kullandığı aksesuarların kırmızı renkli olması dikkatimizin bu noktada yoğunlaşmasını sağlıyor. “Sırrımın Çiçeği”nde kırmızı kazağı ile daktilo başında gördüğümüz Leo’nun hemen üzerine gelen görüntü o an kırmızı bir kazak giymekte olan Blanca’nın dansçı oğluna ait. İleriki sahnelerde Leo, kocası Paco’yu etkilemek için giydiği kırmızı kıyafeti ile dikkat çekiyor ve kocası banyoya girdiğinde onu etkilemek ümidiyle duşun önünde beklediği sırada elinde tuttuğu biri kırmızı diğeri mavi havlularla kocasını kuruluyor. Biraz sonra karşımıza çıkacak bir başka sahnede, gazeteci Angel ile buluşmaya giderken, Leo kırmızı şapka ve mavi bir palto giyiyor. Angel da bu sahnede giydiği kırmızı kazakla dikkat çekiyor. Blanca’nın hazırlandığı dans gösterisinde giymek için yine kırmızı bir elbise tercih etmesi çok önemli. Leo’nun kardeşi Rosa da aynı gösteriyi izlemeye kırmızı bir bluzla gidiyor. Yönetmenin kırmızı kullanımının anlamına daha derinlemesine girebilmek için üzerinde durulması gereken önemli filmlerden biri “Matador”dur. “Matador”daki kırmızı kullanımı incelendiğinde yönetmenin diğer filmlerindeki kırmızıların da ne denli paralel anlamlı olduğu gerçeği iyice aşikar bir hal alıyor. Kırmızı yazılarla açılan film, şiddet içerikli filmler izleyerek kendini tatmin etmekte olan bir adam (Diego, boğa güreşi hocası) ile başlar. Kırmızı boğa güreşleri için önemli bir yer tutar ve boğaları şiddete tahrik etmek için kullanılır. Diego bir sonraki sahnede boğa güreşinin inceliklerinden bahsetmeye başladığında paralel kurguda, kurbanlarını zevkin doruk noktasındayken öldüren Maria’nın, bir adamla olan sevişme sahneleri gösteriliyor. Silahı boğanın neresine nasıl batırılması gerektiğini anlatmakta olan Diego’ya karşılık, paralel kurgudaki Maria sevişmekte olduğu kurbanının ensesine rujla bıraktığı izi nişan alarak saçından çıkardığı sol anahtarı şeklindeki saç tokasını saplıyor. Boğa/ erkek sembolizasyonunun sıklıkla yapıldığı bu filmde kadınlar erkeklerini etkilemek için kırmızı kıyafetlere baş vuruyorlar. Sevgilisi Diego’nun ilgisinin yok olduğunu anlayan Eva, bu ilgiyi yeniden canlandırmak için sevgilisinin yanına kırmızı bir kıyafetle çıkmayı tercih ediyor ve boynuna aksesuar olarak, boğaları kızdırmak için kullanılan pelerine benzer, uzun bir fular alıyor. Bir başka sahnede Maria, boğalar için kullanılan pelerini kendi üzerine geçiriyor ve bu sahnenin akabinde Maria’yı ziyarete gelen Diego, Maria’ya hediye olarak bu pelerinlerden bir tane getiriyor. Diego’nun sevgilisinin mankenlik yaptığı sahnede de kırmızı giydiğini, aynı gösteride Maria’nın da bulunduğunu ve bu boğa pelerinlerini çok anımsatan bir başka kıyafet giydiğini de hatırlamakta yarar var. İşlemediği bir cinayeti üstlendiği için gözetim altında tutulan Angel, cinayet tetkiki için götürüldüğü suç mevkiinde kırmızı bir mont giyiyor. Ancak bu noktada bir başka durumu göz önünde tutmakta yarar var. Çünkü Angel’ın bu cinayetleri işlemediğinin anlaşılması, Angel’ın kan görememesinin, yani bir anlamda kırmızıyla sorunlarının olduğunun (bir çok yerde kan ve kırmızı eş tutulur), açığa çıkmasıyla anlaşılıyor. Filmin başına geri döndüğümüzde, Diego’nun kız arkadaşına tecavüz ettiğini zannettiğimiz Angel’ın aslında kıza tecavüz edemediğini, kıza dokunamadan sadece kendini tatmin edebildiğini hatırladığımız noktada, “kırmızı ve kanla” sorunları olmanın, Angel’ın “iktidarla”da sorunları olduğunu anlamına geldiğini anlamış oluyoruz.“Kötü Alışkanlıklar”da kiliseye sığınan Yolanda’nın kırmızı bir elbise giydiğini hatırlamakta da yönetmenin sinemasındaki paralelliği fark etmekteki yeri büyük. Bu filmde yer alan bir diğer paralellik, Yolanda ile Virginia arasındadır. Virginia, Marquise’in kızı olan ve Afrika’ya gitmiş ve orada ölmüş bir rahibedir. Yolanda kiliseye sığındığında Virginia ile özdeşleştirilmek istercesine Virginia’nın odasına yerleştiriliyor. Yolanda’nın ilk işi ise, bu özdeşleşmenin farkında olmadığı halde Virginia’nın bir türlü bitiremediği tablosunu bitirmek oluyor. Diğer rahibelerde Virginia ve Yolanda arasında benzerlikler kuruyorlar, hatta bir tanesi not defterine Virginia ve Yolanda’nın bezerliklerini yazacak kadar ileri gidiyor. Film içinde neredeyse dörtte üç oranla kırmızı kıyafetleri tercih eden Yolanda’nın yanı sıra, kilisedeki rahibelere uyuşturucu satmaya gelen kadında çeşitli sahnelerde kırmızı bir bluz (ya da kazak) giymektedir. “Pepi, Luci, Bom ve Diğer Kızlar”da, Pepi”nin bekaretini kaybederken kırmızı bir kazak giymesi gibi, Kika da tecavüze uğradığı sahnede kırmızı giyiyor (kendisinin tecavüz eden adamın kırmızı giyiyor). Benzer bir şekilde,“Arzunun Kanunu”nda(La ley del deseo, 1987) Pablo’nun Antonio ve Juan ile seviştiği yatakta kırmızı renkte karşımıza çıkıyor (duvar mavidir). Kırmızıya yüklenen sıcaklık, kan, arzu ve ihtiras gibi anlamların yanı sıra bu rengin alternatifi olarak Almodovar sinemasında kendine simgesel bir yer bulan maviye de bir o kadar anlam ithaf ediyor. Mavi, Meryem Ana tasvirlerinde Meryem’in giymesinin tercih edildiği bir renk ve bekaret sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Ancak kırmızı, “aşk”ı çağrıştırmasından da anlaşılacağı üzere, bekareti bozulmuş olanı temsil ediyor. Almodovar filmlerinde, sevdikleri insanları seksüel olarak etkilemek isteyen bir çok karakterin, bu anlarda kırmızı giydiğini hatırlamakta yarar var. Fakat bu noktada yönetmenin “Konuş Onunla”da yaptığı kırmızı ve mavi oyunlarında başka bir durum dikkati çekiyor. Filmde Lydia’nın ağırlıklı olarak kırmızı ile (boğa güreşleri ile de ilintili olarak), Alicia’nın ise mavi ile sunulduğunu düşünüldüğünde (ki bu sunum daha filmin afişinde bile gözümüze çarpar) Alicia’nın tamamen “kendi çabası olmadan, bilinçsizce” hamile kalışı oldukça anlamlı bir hale geliyor.

Almodovar filmlerinde öne çıkan bir diğer paralellik filmlerinin hikayelerinde karşımıza çıkıyor. Bağımlılıklar (uyuşturucu, alkol, kişi bağımlılıkları gibi), kadın tipolojisi (ev kadınlığı, fahişelik, rahibelik vs.), eşcinsellik vs gibi konularla yaratılan paralellikler bir çok filmi arasında bağ kurar. “Kötü Alışkanlıklar”da şarkıcı Yolanda’nın yanı sıra bir çok rahibe uyuşturucu bağımlısıdır. “Annem Hakkında Her Şey”de Nina, “Bunu Hak Edecek Ne Yaptım?” da Gloria ilaç bağımlısıdır ve yapıştırıcı koklar. “Arzunun Kanunu”nda Tina, Juan, Antonio ve Pablo uyuşturucu bağımlısıdır. Ancak Almodovar sinemasında “madde bağımlılığından” ziyade, asıl anahtar kelime olarak “bağımlılık”ı kullanmak gerekiyor. Birilerine ya da bir şeylere bağımlı olmak gibi zaafları olan karakterlerin ve bu uyuşturucunun dışında bir çok şekilde de bağımlılıklara sahip olabiliyorlar. “Kötü Alışkanlıklar”da büyükanne madlen çikolata ve kek bağımlısı olarak sunuluyor. “Annem Hakkında Her Şey”de, sanatçı Huma Rojo, Nina’ya olan aşırı bağlılığından bir türlü sıyrılamıyor. “Matador”da Eva, Diego’ya “Annem Hakkında Her Şey”dekine benzer bir bağlılık (bağımlılık) duyuyor. “Arzunun Kanunu” bir aşkta duyulabilecek bağımlılık hissiyatı üzerine çok şey söylüyor. Benzer bir bağımlılık- aşk ilişkisi “Konuş Onunla”da da karşımıza çıkar. Benigni, kendisine bakmakla yükümlü olduğu hastaya bir aşkla bağlıdır ve Alicia bitkisel hayatta olmasına aldırmıyor ve ona gündelik hayatında olanları, gittiği dans gösterilerini sanki anlayacak ve cevap verebilecekmiş gibi anlatıyor. Benigni’nin bu bağlılığı Alicia’yı kurtarırken, aynı derecede bir aidiyet duygusuyla sevgilisine bağlı olmayan Marco’nun sevgilisi Lydia hayata veda ediyor. Çünkü Marco, Alicia’ya söylenenleri algılayabiliyormuş gibi davranan Benigni’ye yaptıklarının normal olmadığı imalarında bulunuyor. “Sırrımın Çiçeği”nde kocasına bağımlılık derecesinde bağlı olan Leo, neredeyse kocası yokken hareket edemeyecek bir hal sergiliyor. “Kika”da, Kika’nın yardımcısının ağabeyi sürekli olarak tecavüz suçu işliyor. Kadınlara başka bir tarzda yaklaşamayan (onları yakınlık dereceleri ne olursa olsun sadece bir seks objesi olarak gören) bu adamın geçmişte kız kardeşine de tecavüz ettiğini öğreniyoruz. Üstelik Kika’ya başından geçenleri filmin başında anlatmış olan hizmetçi kız ile Kika arasında bir öykü paralelliği oluşuyor. Kika evini terk ettiğinde hizmetçisi de peşinden geliyor, hala “hanımım” lafını kullanmaya devam eden hizmetçiye Kika: “Artık bana hanımım demene gerek yok, ikimiz aynıyız bundan sonra” diyor. Akabinde Kika’ya tecavüz eden adamın zamanında kendisine de tecavüz etmiş olan ağabeyi olduğunu açıklayan hizmetçi kızın anlattıklarıyla bu paralel hikaye iyice ortaya çıkıyor. Kika’da varolan bir diğer “bağımlılık üzerine kurulu aşk hikayesi”, Kika’nın sevgilisi ile televizyon programı sunucusu Andrea arasında mevcut. Eski sevgilisinden bir türlü vazgeçemeyen televizyoncu hayatının bir bölümünü gizliden gizliye sevgilisini gözetlemeye adamış biri olarak sunuluyor. “Yüksek Topuklar”, Almodovar sinemasındaki bir diğer bağımlılık öyküsüdür. Rebeca, annesini gözünde o kadar “yüceltiyor” ki, daha çocukluğunda bu uğurda annesinin sevgilisini öldürebiliyor (annesinin sevgilisinin ilaçlarını uyku ilaçları ile değiştirir ve bu olay bir trafik kazası ile sonuçlanır). Rebeca , annesinin seneler önce kendisine hediye ettiği küpelerini saklamayı ve annesi gibi yüksek topuklu ayakkabılar giymeyi bu bağlılığın sembolleri haline getiriyor. Bu bağlılık (ve anne ile yarış) öyle bir boyutta ki, evlenmek için kendisine annesinin eski sevgilisini bulmayı bile “olağan” bir durum haline getirebiliyor.
Almodovar karakterlerinin bir diğer paralel noktası “şehir kavramıyla”, özellikle Madrid ile bir alıp veremediklerinin bulunmasından geçiyor. Şehirden “köye geri dönme”, bir çok Almodovar karakterinin içten içe istediği, bir çeşit kurtuluş, kaçış olarak gördüğü bir durum olarak karşımıza çıkıyor. “Kika”nın sonunda, yaşadıklarının boğuculuğundan kaçmak isteyen Kika’nın, arabasına aldığı bir yabancıyla birlikte bir köy düğününe girmek üzere yola çıktığını (halbuki daha iki dakika öncesine kadar Kika üç cesetle baş başaydı ve bunların dışında bir sevgilisini hayata döndürmüştü), “Sırrımın Çiçeği”nde Leo’nun annesinin obsesif bir şekilde doğduğu yere geri dönmek istediğini (ve filmin sonunda bir şekilde döndüğünü), “Annem Hakkında her şey”de Manuela’nın geliş-gidişler esnasında hayatında bir çok şeyin değiştiğini görürüz. Üstelik bu karakterler, Almodovar sinemasında “şehir kavramı” ile hayatları arasında bir bağ kuran sadece birkaç karakterlerden sadece birkaçıdır.
Almodovar izleyicisine sunduğu bu “paralellikler sineması” ile kendine ait bir tarz geliştiriyor. Hatta bu paralelliklerin sadece renkler, karakterler, hikayeler vs olmadığını, filmlerinde olanlar ile, yönetmenin hayatındaki olaylar arasında bir paralellik bulunduğunu öne sürmekte mümkün hale geliyor. Almodovar’ın Madrid kaynaklı meseleler üzerinde bu kadar düşünmesinde 16 yaşındayken Madrid’e yerleşmesinin; “Kötü Alışkanlıklar”da uyuşturucu bağımlısı rahibeler, “Annem Hakkında Her Şey”de bir transseksüelden hamile kalan bir rahibenin, “Arzunun Kanunu”nda bir erkek çocuklarla (ve sonradan cinsiyet değiştirerek Tina ile) ilişkiye giren din adamı, tanrı kavramına sıkı sıkıya bağlı travesti gibi figürlerin ortaya çıkışında, çocukluğunda aldığı ama kendisine din inancını kaybettirmekten başka bir işe yaramayan iki senelik din okulu eğitiminin etkisi görülebiliyor. Gençliğinde kurduğu “Almodovar ve Mcnamara” adlı rock grubundan geriye, müziğin bir film için ne denli önemli olduğunu bilen bir Almodovar kalıyor. Tabi bu noktada ilk uzun metrajlı filmi olan ve çekimi İspanyol demokrasinin doğuşu ile aynı zamana rastlayan “Pepi, Luci, Bom ve Diğer Kızlarda” varolan, Bom’un üyelerinden biri olduğu “Bomitoni” adlı rock grubunu ve bu grubun dönemin İspanya’sının ruh halini tasvirde önemli bir yer tuttuğunu hatırlamakta yarar var. Benzer bir şekilde yönetmenin bir dönem Los Galiardos adlı tiyatro grubuna yazdıklarından geriye, hemen her filminde kullandığı sanatçılar üzerine kurduğu hikayeler kalıyor. “Annem hakkında her Şey” ve “Konuş Onunla”yı bu şartlar altında düşündüğümüzde Pina Bausch’un “Café Müller” adlı izletisini sergilemek üzere açılan perdeyi ve ahşap iskemleler ve masalar arasında, Henry Purcell’in “The Fairy Queen” adlı eseriyle, kollarını açmış dans eden kadınların Almodovar’ın tiyatral hayatından geride kalan izler olarak da görmek mümkün oluyor. Almodovar, bundan sonraki filmlerinde de bizi şaşırtıp, geriye dönüp eski filmlerine şöyle bir bakmamızı sağlayacak hikayelerini sandığından çıkarıp bizleri gülümsetecek mi acaba?