24.05.2006

ANLAŞMA BOZULDU!...


Agatha Christie hayranları tartışmayı iyi bilirler. Christie, “Murder of Roger Ackroyd/ Roger Ackroyd Cinayeti” adlı romanında, “yazar ve okur” arasında varolduğu düşünülen anlaşmayı bozup, romanın anlatıcısı olan James Sheppard’ın aradığımız katil olduğunu söylemiştir. İşte belki de, bir edebi eser ya da filmde insanları en fazla şaşırtacak durumlardan biri de budur: “Varolan anlaşmanın bozulması!” Yazar-okuyucu, yönetmen-izleyici arasında tanımları taraflarca bilinen (fakat çok da dile getirilmeyen) bazı kurallar vardır. Örneğin Sherlock Holmes öykülerinde Holmes’tan şüphe etmememiz, katili hep Holmes ve Dr. Watson dışında bir yerlerde aramamız gibi… Ama üzgünüm, anlaşma uzun zamandır zaten bozuk durumda ve edebiyatla sinema bu anlaşmanın bozulması üzerine kurulu şaşırtıcı sonlardan zaten faydalanır haldeler. İşin edebiyat kısmından zamanı gelince faydalanmak şartıyla sinemaya doğru bir yol alıp, bizim diyarlarda vaziyet ne durumlara gelmiş bir göz atalım…
“Figth Club”, Christie’nin yaptığına benzer bir oyunla karşımıza çıkan filmlerden biri. Tüm filmi gözünden izlediğimiz isimsiz kahramanımız hakkında bize söylenenlerin doğru olmadığını öğrendiğimizdeki şaşırma sebebimiz, yine anlaşmanın ihlali meselesinden kaynaklanıyor. Filmin başından beri emin olduğumuz tek şeyin “filmi bir tek kişinin gözünden izlediğimiz” olduğunu varsayarsak, hiç alışık olmadığımız türden bir son ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. “Fight Club”takine benzer bir durum “Angel Heart” ve “6. His” gibi filmler için de mevcut ama ben bu çerçeve içindeki öteki örneklerden çok daha ilgi çekici bulduğum iki filmin üzerinde özellikle durmak istiyorum: “Diğerleri” ve “İşaretler”. “Cinayet romanı anlaşmasındaki” en önemli kuralın dedektifin (ya da dedektif rolünü üstlenenin) katil çıkmaması olduğunu söylemiştim. Peki ya bir “perili ev” öyküsü anlaşmasının şartları nelerdir? Buyurun birlikte saymaya başlayalım… Kural 1: “Her perili/hayaletli evin bir hayaleti vardır”, Kural 2: “Hayalet ve ev sahibi/kahraman arasındaki mücadele öykünün sonunda taraflardan birinin kazanmasıyla bir nihayete varır” (%99 ev sahibi/kahraman kazanır). “Diğerleri” ve “İşaretler”in izleyicisi, sahip olduğu okuma/izleme deneyiminin getirdiği şartlanmanın oyununa düşecektir. Çünkü “İşaretler”, tam anlamıyla gotik bir öykü kurduğu halde Kural 1’i ihlal edecek ve hayaletler yerine uzaylıları kullanacak, “Diğerleri” ise evsahibi/kahraman ve hayalet arasındaki ayrımının sınırlarını darmadağın ederek Kural 2’yi kendi istediği şekle sokacaktır.
Antik çağdan beri hayalet öykülerinde hayaletler belli sınıflara ayrılırlar. Gürültücü hayalet (Poltergeist), kriz dönemi ve haberci hayaletleri, enkarne varlıklar ve mütemadiyen aynı şekilde ortaya çıkan (bir duruma, bir hale fikse olmuş) hayaletler gibi… “İşaretler” ve “Diğerleri”nden bahsederken, tüm bu hayalet modellerini biraz açıklamakta yarar var. Gürültücü hayaletler; çarpma sesleri, kapı gıcırtıları, kendi kendine hareket eden mobilyalar, durup dururken açılan pencereler gibi olayların kaynağı olarak gösterilir. Bu etkinlikler, özellikle bir ergenin çevresinde tezahür eder. “Diğerleri”nde “hayaletlerle” ilk kez temasa geçenin ergenlik çağına adım atan (daha doğrusu, gerçekten yaşıyor olsaydı ergenlik çağına girecek olan) Ann olması bu anlamda çok önemlidir. Olaylar, bu gencin etrafında gelişir ve o varken cereyan edip, o yokken duraksama gösterebilir. Hayalet öykülerindeki bir diğer inanış, kandil ışığının “gölgeli bir alemde varolan” hayaletleri kendine doğru çektiğidir. Grace’in, çocuklarının ışığa duyarlılığı yüzünden film boyunca elindeki gaz lambası/kandil ile dolaştığını hatırlamakta yarar var. Tüm bunlar hayalet öykülerinin ana özelliklerinden sadece bir kaçı. Gelelim “Diğerleri”nde anlaşmanın bozulduğu noktaya. Filmde klasik perili ev hikayelerinde var olan evsahibi/hayalet sınırları birbirine girmiş ve düzen darmadağın durumda. Mücadelenin iki tarafı olması gerekenlerin, aslında aynı tarafta olduklarını anladığımız anda -perili ev öyküsünün doğası gereği yeri- yeni bir karşı taraf arıyoruz kendimize. Fakat bulduğumuz bu yeni tarafta (daha önce hayalet olduğundan şüphelendiğimiz Victor ve ailesinin tarafı) pek tekin bir taraf değil. Çünkü Victor ve ailesi, 2000 küsurların ailesi değil. Yani yine “geçmişe ait” bir şeylerin parçası olan ve bizim oturduğumuz sinema salonu koltuğundan bakıldığında çoktan Grace ve diğer hayaletlerin tarafına geçmiş olduğunu düşüneceğimiz konumda yer alıyorlar. Zaten filmin çok bariz şekilde ortaya çıkan amaçlarından biri, izleyiciye kendisinin de “geçmiş zamanın bir parçası (yani bir hayalet) olma ihtimalini” fark ettirmek ve kişinin, salondan çıkıp evine gittiğinde tekinsizlik duygusuyla, bir “acaba?” ile baş başa kalmasını sağlamaktır…
Birkaç satır yukarı çıkıp perili ev öykülerinin özelliklerine tekrar bakacak olursak, bir perili ev öyküsü anlaşmandaki en önemli şart, öykünün “hayalete sahip olmasıdır”. İşaretlerde karşılaştığımız durumda mevcut olanlar; tekinsiz bir ev, kendi kendine açılıp kapanan kapılar, kendi kendine şekillenen tarlalar, neredeyse tek başına duran bir evin etrafında çıkabilecek maksimum gürültü çıkması durumudur… Gördüğünüz gibi bir perili ev öyküsünün tüm ikonlarına sahibiz, hayaletler hariç! Oysa rahatlıkla, bize uzaylıların varlığı sunulmasa, karşımızdaki hayaletin, “ölü annenin ruhu” olduğunu söyleyebiliriz. Lacan’ın, “Ölüler neden geri dönerler?” sorusuna verdiği “Usulüne uygun gömülmedikleri için” cevabı bizim için oldukça önemli, çünkü bu filmde rahibin, karısının ölümüyle ilgili halledemediği bir durumun olduğunu, patolojik bir yas sürdürdüğünü, yani usulüne uygun gömemediği için karısını bir türlü unutamadığını söylemek mümkündür. (“Ölüleri usulüne uygun gömme” denilen durum, kişinin gereken yas sürecinden kaçmaması ve bu yoklukla yüzleşmesi gerekliliğidir). Filmde, son uzaylının yok edilmesinin ancak ölü annenin ölüm anında verdiği bir öğüdün (bu aslında çok anlamlı bir öğüt olup umudu kaybetmeme anlamı ile de düşünülebilir) yerine getirilmesi ile gerçekleştiğini düşünürsek uzaylıların tam anlamıyla “usulüne uygun gömülmeyen ve ancak gereği yerine geldikten sonra huzura kavuşan anne figürü” olduğunu söylemek mümkün olur (Annenin ölüm şekli de oldukça tekinsiz bir biçimdedir çünkü. Anne son nefesini verebilmek için kocası olan rahibi beklemiştir). Bu noktada iki film için de söz konusu ve bizi bambaşka yerlere götürebilecek önemli bir durumdan, Aristoteles’in düş-hayalet çözümlemesinde vardığı noktadan bahsetmeden geçemeyeceğim. Çünkü Antik çağdan beri var olan bir hikaye formu olan hayalet hikayeleri ve inanışları üzerine o dönemde yaşamış Aristoteles’in saptamaları bizi çok ilginç yerlere götürüyor. Aristoteles, uyku ve uyanıklık arasında bir durumun mümkün olduğunu düşünmüş ve düşleri hastanın fiziksel ve zihinsel durumu ile ilişkilendirmiştir. Aristoteles, insanın uykuya dalmak veya uykudan uyanmak üzereyken, duyu-algılarının ne şekilde etkilendiğini incelemiş ve karanlığa veya baygınlaşmaya bağlı algı eksikliğini incelemiştir ve çok basit görsel izlenimlerin, karanlıkta canlı gibi hareket eden birer illüzyona dönüşebileceği sonucuna ulaşmıştır. Bu yüzden “Diğerleri”nde Grace’i ilk gördüğümüz anın çığlık atarak uyandığı sahne olması ve “İşaretler”de kilit noktalarda uyuyup uyanan karakterlerin varlığı çok daha farklı anlam yüklemelerine götürebilir bizi. Filmin sonlarına doğru, tüm uzaylı vukuatları çözüldüğünde rahibin yatağından kalkıp gündelik hayatına devam etmesi de bu duruma şu şekilde ek anlamlar getirebilir: “Yoksa hepsi rahibin rüyası, kendiyle uykuda/biliçdışında hesaplaşması mıydı?” (“İşaretler”deki rahip hakkında yapılabilecek bu yorumla daha önce çeşitli vesilelerle bir çok yerde karşılaştığımı ayrıca belirtmeliyim).
“Artık bozulacak bir kural kalmadı” demek yetmiyor. Alıştığımız “görünmez” kurallar, birilerinin gözüne görünür olduğunda, bunu izleyiciye (ya da okuyucuya) karşı kullanmak bir süre sonra kaçınılmaz bir cazibeye bürünüyor. Emin olun daha çok bozacak kural, kanacağımız numara var… (Yazarın Notu: D. Felton’un “Arkeoloji ve Sanat Yayınları”ndan çıkan “Antik Edebiyatta Hayalet Hikayeleri” adlı kitabı bu yazı kaleme alınırken referans kitap olarak kullanılmıştır.)

Yazarın Notu: Bu yazı daha önce Sinema Dergisinde Yayınlanmıştır.